Beyaz Türkler denilen Yahudiler masonlar Sabetaycılar

Müslüman Türk yurdu Anadolu’da ezandan Kuran’dan dinden imandan rahatsız olan bir kitlenin var olduğu inkâr edilemez. Şekil ve görüntü itibariyle Türk gibi Müslüman gibi gözüken ama özellikle inanç söz konusu olunca gerçek yüzünü gösterip bu ülkenin öz vatandaşına ve dini değerlerine hakaret eden bir Yahudi topluluğu var.

Ve gariptir ki bu Müslüman Türk yurdunda her türlü maskenin ardına gizlenip devlet aleyhine her türlü söylemde bulunan ve adım atan bu kitlenin fertleri cumhuriyet yıllarında devletin en kritik makam ve mevkilerine yerleştirilmiştir. Ayrıca orduda, siyasette, sanatta, üniversitelerde, sivil toplum örgütlerinde Müslüman Türk’ün kültür ve inançlarına uymayan hal ve hareketleriyle, düşmanlıklarıyla hemen göze çarparlar. Her ne kadar kendilerine çağdaş, aydın, ilerici, bilimselci, ulusalcı, milliyetçi, demokrat, cumhuriyetçi, ateist, lgbti süsü verseler de amaçları gerçek kimliklerini gizlemektir.

Ne kadar kendilerini gizleseler de biz onları Gezi Parkı olaylarından tanıyoruz, her terör eyleminden tanıyoruz, Pkk’ya destek veren siyasilerden tanıyoruz, her lgbti eylemlerinden tanıyoruz, sanat ve sinema adı altında yapılan tüm edepsizliklerinden tanıyoruz, üniversitelerdeki her ahlak dışı gösteriden tanıyoruz.

Sadece 1927 yılında “İki yüz bin” Yahudi ve “Sekiz yüz bin” Ermeni’ye kimsenin ruhu duymadan isim, soy isimleri Türkçe’ye çevrilerek Türk kimliği verildi.

Aslında bu pek önemli bir konu değil.Çok daha önemlisi şu; Bundan daha can alıcı olan konu şu ki; Kripto dediğimiz bu 1 milyon Yahudi ve Ermeni kitle hiçbir zaman yırtık elbise giymek zorunda kalmadı.Hiçbir zaman açlık, susuzluk, yokluk veya yoksulluk çektirilmedi. Kimisi general yapıldı, ordu idare etti. Kimisi müdür yapıldı, okul idare etti. Kimisi başhekim yapıldı, hastane idare etti. Kimisi hoca yapıldı, cemaat ve tarikatlar idare etti. Kimisi hâkim-savcı yapıldı, nice yiğitlerin ve mübareklerin canına kıydı.vs. vs. Hepsine de Anadolu insanının üzerinde idareci sıfatı verildi. Tiyatro, edebiyat, müzik, sinema, basın, yayın, gazete, TV hep onların tekelinde bulunduruldu. Bu kriptolar Anıtkabir yollarında sürekli şu cümleyi kullandılar; “Biz bu ülkenin asli unsurlarıyız!”

Onlar zeki, bilgili, demokratik, ilerici ve çağdaştılar. Onlara yandaşlık etmeyenler ise her zaman gerici, yobaz, cahil, karanlık. Onlar azınlıktı ama gayet zengin ve şatafatlı bir hayat içinde kendilerini efendi, bizi ise köle olarak gördüler.

Siyasette ittifak kurup sermayede birlik olan bu kriptolar eğitim ve sağlık alanında toplanıp bildiriler imzalıyorlar. Sakın “bunlar kim?” diye sormayın. BEYAZ TÜRKLER denilen, dinsiz, imansız, inançsız, bizden görünen ama bizden olmayan laik, kemalist maskeli, kripto Ermeni ve Yahudilerdir.

Her şey 1492 yılında imzalanan Elhamra Kararnamesi ile başladı.

Bu kararname ile İspanya’da yaşayan Yahudiler ziynet eşyalarına el konularak kovuldu
O tarihte İspanya’da 300 bin Yahudi yaşıyordu. Bugün sayıları 40-50 bin civarında.
Kararın ardından 100 bin Yahudi, Kuzey Afrika’ya kaçtı.

Il. Beyazıt, büyük bir soykırıma uğrayan bu Yahudileri topraklarımıza kabul etti.
Onlara yurt ve iş verdi. Sefarad Yahudileri Osmanlı İmparatorluğu topraklarında; İstanbul, İzmir, Selanik ve Safed şehirlerine ve civarına yerleştirildi.

Bugün Türkiye’deki Yahudilerin % 90’ı ‘Sefarad Yahudi’si denilen bu Yahudilerdir.
Osmanlı tebaası altındaki bu Yahudiler hakikaten çalışkan kimselerdi.

Ticarette mahirlerdi. Bu sayede Osmanlının bütçesine çok önemli katkı sağladılar.
Kendileriyle ne ekonomik olarak ne din ne de siyasi olarak bir sıkıntı yaşanmadı…

Ta ki 1648 yılına kadar. 1626’da İzmir’de doğan ve kendisi de ‘Sefarad Yahudi’si olan Sabatay Sevi, 1648 yılında henüz 22 yaşındayken Mesih olduğunu ilan etti.

FETÖ, SEVİ’NİN İZMİR’DE DOĞDUĞU EVİN SOKAĞINDAKİ BİNADA İKİ SABETAY TÜCCAR TARAFINDAN KURULDU

Her kıtada binlerce mürit edinen Sabatay Sevi, Yahudiliği ikiye böldü.

İzmirli hahamlar Sabatay Sevi’nin dinlerini bozduğu gerekçesiyle öldürülmesine karar verdi, ama yapamadılar. Kendileri yapamayınca Osmanlı sarayına şikâyet ettiler.

Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa, Sevi’yi yakalatıp, Haliç’teki Bagno Zindanı’na kapattırdı.

Sabatay Sevi’yi yargılamak için bir divan kuruldu.
Öleceğini bilen Sevi, son bir manevra yaparak Müslüman olacağını açıkladı.
Sabetay Sevi; Müslüman olduğu takdirde geçmiş günahlarının af edileceğini ve bu sayede canını kurtaracağını hesapladı. Nitekim öyle de oldu.

Müslüman olunca hakkındaki suçlamalar düştü ve af edildi.
Canını kurtarmak için takiyye ile Müslüman olan Sevi, müritlerine farklı bir hikâye anlattı.
Osmanlı padişahının kendisini zorla Müslüman yaptırdığını, kendisinin bunu kâğıt üzerinde kabul ettiğini ama kalben asla dönmediğini bildirdi. Oysa bu çok büyük bir yalandı. Bizim dinimiz tebliğ dinidir. Din-i İslam’da zorlama yoktur. Çünkü İman dil ile değil, kalp ile yapılır. Böyle olunca da dile değil kalbe bakılır.

İnsanın kalbini de Allah’tan başka kimse bilemeyeceği için, hiç kimse Müslüman olması için zorlanamaz. Zorlanma da yasaklanmıştır. Bu hakikat ışığında, Sevi’nin zorla Müslüman edilmesi asla ama asla mümkün değildir. Sabetay Sevi’nin bu yalanı;  dönmeleri, Osmanlı’ya ve Türk milletine düşman etti. Sabetay Sevi, ölmeden önce müritlerine 18 emir bıraktı.

Bu emirlerin 16’ncı olanı;
– Türklerin adetlerine, onların gözlerini örtmek maksadıyla dikkat edilsin.
Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı gösterilmesin ve aynı şey Kurban Bayramı için de yapılsın. (Sabetaylar gündüz oruç tutar, iftardan 5 dakika önce Müslümanlara inat açar.)
Gözün gördüğü her şey ifa edilmelidir. (Takiye olarak Müslüman Türk gibi görünün)


17’nci emri ise; – Müslüman Türklerle nikâh akdedilmesin.(Evlenilmesin)
Böylece ‘DÖNME’ denilen Türkiye’deki Sabetayların dönemi başlamış oldu.


Bunların ismi Türk, dini İslam ama kalbi Yahudi’dir. Asla ve asla dönmemişlerdir.
Halen de Nüfus cüzdanlarına; Musevi oldukları halde dini kısmına İslam yazdırırlar.
Sevi’nin zorla Müslüman edildiklerine inanan müritleri, Osmanlı’ya ve Türklere büyük bir kin bağladı. Osmanlıyı ve Din-i İslam’ı yıkmayı kendine vazife kabul etti. Bu topraklardaki günümüzde de dâhil, bütün fitne ve karışıklıkların ardında bunlar vardır.

Osmanlının zayıflamasını fırsat bilip İzmir ve Selanik’te bu topraklardaki ilk ma’son teşkilatını yine bunlar kurdu. Ma’sonluk kisvesi altında dinsizlik yaptılar.

Sa’betaycı iken itirafçı olan Ilgaz Zorlu mahkemeye sunduğu dilekçesinde şöyle dedi;-Çok fazla sayıda Sa’betaycı ma’son tanıdım.Ben şunu gördüm. Ma’sonluk bir anlamda Sa’betaycılar için bir din haline gelmiştir.

Ma’sonluk işaretlerinde, gizledikleri dinlerini buluyorlar. Nitekim pek çok Sa’betaycının da mason olmasının sebebi budur.”Ulu Sultan Abdülhamid Han’ı tahttan indiren İt’tihat Te’rakki’nin Ha’reket Ordusu’nda; 700 Se’lanikli Ya’hudi’nin oluşturduğu “Gönüllü Mu’sevi Ta’buru” bulunmaktaydı.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda bu Sa’betaylar etkin rol aldılar. Özellikle Ma’son kimliğiyle önemli noktalarda görev aldılar.1924 yılında imzaladığımız Mübadele, Türkiye için yeni bir facia oldu. Sahada kazandığımız zafer, Lozan’da imzaladığımız mübadele anlaşmasıyla, hezimete döndü.

1924 MÜBADELESİ; Türk milletinin Batıdan ve Yunandan yediği en büyük goldür.Mübadele ile 1.200.000 Ortodoks H’ristiyan R’um; Anadolu’dan Yunanistan’a, 500.000 Müslüman Türk de Yunanistan’dan Türkiye’ye gönderildi. Türkiye’ye yollananlar arasında; 30-40 bin Selanik Ya’hudi’si de bulunuyordu. Bunlar Sa’batay Se’vi’nin müritleriydi ve kâğıt üzerinde Türk ve Müslüman görünüyorlardı.

Kısaca; İslam’a ve Türk milletine diş bileyen 40 bin kindarı içimize aldık.Sa’betaylar Osmanlı döneminde yerleştikleri Selanik’te ticaret erbabı olmuştu. Tüccarları aşırı zenginleşti. Limanları işletip büyük para kazanıyorlardı. Yunan hükümeti, hem bunların malına el koymak hem de Sa’betay belasından kurtulmak için Mübadeleyi fırsat bildi. Belayı başından atıp başımıza sardı. 30-40 bine yakın Sa’betay Ya’hudi’sini, Türkiye’ye postalayıp kendini kurtardı.Mübadelede Türk ve Müslüman olmayan Sa’betayları aldık, ama hakiki Türk ve Müslüman olan Batı Trakya Türklerini almadık. Almaya teşebbüs etmedik.

Sa’betaylar Türkiye’nin en güzel yerlerine yerleştirildi. İzmir merkezleri oldu. Oradan Çanakkale Bursa, İstanbul ve Tekirdağ’da iskân edildiler. Büyük çoğunluğu okumuş olan dönmelerin gençleri, babalarının teşvikiyle devlet dairesinde işe girmek için Ankara’nın yolunu tuttu. Dönemin başbakanı olan İnönü’nün şu sözü meşhur olmuştu; Ankara garında bekler, trenden inen her kravatlıyı yakalar ve Dışişleri Bakanlığı’nda memur yapardık. Maalesef o kravatlılar Sa’betay gençleriydi.

Metin Özer/Habervitrini.com/2.1.2022


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir