Harf inkılâbı neden yapıldı?

“Kendi alfabesini değiştiren hiç bir millet yok, olmayacak da. Öyle ise bu çılgınlığın sebebi ne?”

Cemil MERİÇ

Bir yazarın harf devrimiyle ilgili yazısını okuyunca çok değişik duygularla bu yazıyı yazmak zorunda kaldım.


Mazinin kül edilmesine bir başyazar öyle yaklaşıyorsa, “kelimeler orada kifayetsiz” kalıyor. Düşünce isyan ediyor. Cemil Meriç’i hatırladım. Acaba “sadece uydurukçaya karşı olmada mutaasıbım” diyen Meriç sağ olsaydı, o yazıyı nasıl değerlendirirdi.


Fildişi kulesine sığınmakta haksız değilmiş. İçinizin yangınına yüzünü dönüp bakan yoksa, mecburen bir melce ararsınız. O kuleyi seçti. Ama sağ olsaydı, o yazara keskin hançerler misali cümlelerle saldıracağı kesindi.


Ne mi yazmıştı yazarımız. Bugüne kadar yazılanları. Onlardan birini okumuşsanız, onu okumuş gibisiniz. Yazıldığı gibi okunmayan dillerde sıkıntı varmış falan filan.
Bunları okurken Peyami Safa’nın bir başyazar hakkındaki cümleleri aklıma geldi. Neyse…
Alfabesini değiştiren tek millet var mı? Arnavutlar dışında yok.
Onların da değiştirirken doğru dürüst bir yazılı kültürleri yoktu.
Yani değiştirmemiş gibiler.

O övünülen hamle, bizi ebkem yaptı. Topal ve güdük… Yahya Kemal, Haşim, Cenap, Mithat Efendi, Fikret hâsılı kelam bütün o dahiler, ustalar ve âşıklar okunabiliyor mu? Hayır.


Kötü kültür var mı? Olamaz. Kötüyse kültür olamaz.
Bir yerde kültür oluşmuşsa, demek ki bir kıymeti ve cevheri var. Ama bunu görmek için tarafsız bir nazar gerek. İdeolojik ön yargılarla bakanlar bunu göremezler.

Harf inkılâbı ne için yapıldı. Kültür için mi? Bunun söyleyen cehaletini orta yere serer. O inkılâp kültür için değil, ideoloji ve bu milletin şarkla olan bütün bağlarını kesmek için yapıldı. Bütün inkılaplar zaten buna raciydi. Kıyafette yapılanlar da, medrese, tekke ve dergâhlarda hayata geçirilenler de, kısaca bugün devrim olarak nitelenen bütün yapıların amacı oydu.

Bu milletin şarkla bütün rabıtalarını kesmek ve onu garba yönlendirmek. Şarkı mazi yapmak… Peki, başarılı oldu mu bu niyet. Olmadı, çünkü böyle bir şeyin başarılması imkânsızdır. Bir milleti kökünden koparabilmek, asırlarca aktığı mecrasını değiştirebilmek, kanına, ruhuna, damarlarına ve her şeyine işleyen o cevheri, o en kuvvetli ve naifliğine rağmen müthiş mücessemleşmiş elması değiştirebilmek namümükündür. Olanaksız ve gayr-i kabil-i imkândır. Bugün bu gerçek açıkça orta yerde duruyor. Biz sathi bazı gelişmelere rağmen, mazinin o kuvvetli bağlarını atıp veya onlardan kurtulup garplılaşmadık. Kastedildiği şekilde “muasırlaşmadık.” Ama kendimizi kaybettik. Muhayyel bir canan için asırlık sevgilimize kıydık. Camiden uzaklaştık. Kiliseye ise yar olmamız imkânsızdı.

Harf inkılâbı bugünkü kültür güdüklüğümüzün en büyük sebeplerinden biri…


On asırlık gözlerin nurunu, teri, cehdi, yorulmayı kısaca her şeyi amansız bir darbeyle kesti. Naima’yı meçhule attı. Kâtip Çelebi’yi Kaf Dağı’nın arkasına… Cemil Meriç’in “onun çocuğuyum” dediği Ahmet Mithat Efendi’yi -kim bilir ne amaçla yazdığı- birkaç basit romana indirdi. Medrese’nin son dehalarından ve Tarih-i Hülefası’nı şimdilerde aşk, hayranlık, heyecan, üzüntü ve kederle okuduğum Ahmet Cevdet Paşa’yı ve daha sayılamayacak binlerce, on binlerce dehayı ve aşığı bir anın kararına kurban etti.
Muhteşem kültür abidelerimize amansızca saldırdık. Yok ettik onları acımadan. Kendimizden geçmiştik. Cananımızı katletmekten zevk alıyorduk. Gözlerimize anlamsız bir ışık gelip yerleşmişti. Katlettiklerimizin farkında değildik. Sarhoşluğumuzun ve kayıplarımızın…
Bir maziyi gömdük. Bir tarihi. Zenginliğimizi ellerimizle toprağın altına attık. Yokluğa kendimizi gönüllüce duçar ettik. O kültür bizim değil miydi? Kimindi peki. Kim oluşturmuştu? Nefi kimdi? Ya Fuzuli. Nedim veya Sinan paşa…


Yalancı bir aşka tutulmuştuk. Kendimizi kaybetmiştik. Heder ettiklerimizin farkında değildik.
Öz evlatlarımızı yedik. Göz yaşışız.
Bu katliamla edebiyatı öldürdük. Özellikle şiiri. Şiir yok bugün.


Akla gelenin düzensiz, insicamsız, geldiği gibi, rast gele yazılmasına şiir diyoruz. Her kes şair. Cümleler yazın alt alta, kısa, uzun, kopuk veya bağlantılı, anlamlı, fark etmez, nasıl olsa önemli değil, yeter ki yazın. Kelimeler çıksın kaleminizden, cümleler, tamam; siz şairsiniz.
Bu ülkede her âşık şair ve her muzdarip… Havassın sanatı avamın elinde oyuncak olmuş. Muhatapları sultanlar olan cümleler adeta çocukların oynadıkları çelik çomaklara dönmüş. Ve sonra “milyonlarca şairi olan ülkemizde niye şiir kitapları bin satmıyor” diye hayıflanıp şaşırıyoruz.
Satsaydı şaşırmalıydık. Harabelerin zairleri olmaz. Sorguçlara yakut takılır. Eser alın terinin, emeğin, terin, cehdin ve uykusuz gecelerin çocuğudur. Kumdan evcikleri kimse görmeye gelmez. Bu güdüklük normal. Hazineleri uçurumlardan atan miskinliğe razıdır. Elmasları un ufak eden taşları tacına takmak zorundadır. Acı olan; mağlubiyete söylenilen neşideler. Boynumuzdaki zincirleri millete gösteriyoruz, “bakın gerdanlığıma, kolyeme, süslerime” diye eblehce insanları yoldan çeviriyoruz. Ve anlamsız bakışlarla karşılaşıyoruz. Küçümseyici nazarlarla. Biz de anlam veremiyoruz bu tavra, muhatabımız da bizi anlamakta zorlanıyor.
Bir efsaneyi öldürdük. Bir abideyi yıktık. Atlantisi toprağa gömdük.
Ve seviniyoruz. Demek biganeyiz. Habersiziz. Cesuruz ama alim değiliz. Ağır inciyi matkapla delen demirciye benziyoruz. Sarrafın eli titrediğinden delmeye cesaret etmediği inciye bakmadan, çırağa fırlattık ve “matkabı kullan” dedik.


Zorluk için alfabe atılmaz. Japonlar üniversitede bile okumakta zorlanıyorlar. Çinlilerin üç bine yakın harf karakterleri var. Alfabe sadece harflerden müteşekkil değil. O mazinin ruhu. Kültürün harcı.
Bu inkılâpla kültürsüzleştik. Türedileştik. Ruhsuzlaştık. Çölde gördüğümüz serap için gürül gürül akan pınarımızı taşlarla tıkadık. Ve hala susuzuz. Sarhoşuz ve bitkiniz.

Resul Davutoğlu

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: