Atatürk’ün Kuran’ı Türkçe’ye çevirme gerçeği
Mehmed Akif ve Elmalılı Hamdi (Yazır) ile Diyanet adına Ahmed Hamdi (Akseki) arasında yapılan meal ve tefsir yazılması hususundaki sözleşmenin son sayfası (26 Ekim 1925).
Atatürk’ün Kuranı tercüme ettirmesindeki gizemi çözen cümlesi ;
Evet Karabekir; Arapoğlunun yavelerini (saçmalıklarını) Türk oğullarına öğretmek için Kur’anı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakta devam etmesinler!…
“Gazi Kur’an-ı Kerim’i bazı İslamiyet aleyhtarı züppelere (Cemil Said’i kastediyor) tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kur’an’ın Arapça okunmasını, namazda bile yasaklayarak bu çeviriyi okutacak! Ve o züppelerle işi alaya boğarak güya Kur’an’ı da, İslamiyet’i de kaldıracaktır. Çevresindekiler böyle bir çevre, kendisini bu tehlikeli yola sürüklüyor.”
Aynı akşam bu fikre ayak uyduran bazı kişileri görünce bu tehlikeli gidişatı önlemek için Mustafa Kemal Paşa’ya şöyle cevap verdim:
“Devlet Başkanı sıfatıyla din işlerini kurcalamanızın içeride ve dışarıdaki etkileri çok aleyhimize olur ve bize zarar verir. İşi ilgili makamlara bırakmalıyız. Fakat din konusu rastgele şunun bunun içinden çıkabileceği basit bir iş olmadığı gibi, kötü politika zihniyetinin de işi karıştırabileceği göz önünde tutularak, içlerinde Arapçaya ve dinî bilgilere hakkıyla vâkıf değerli şahsiyetlerin de bulunacağı yüksek ilim adamlarımızdan oluşan bir kurul toplamalı ve bunların kararına göre tefsir mi, tercüme mi yapmak uygundur, ona göre bunları harekete geçirmelidir.”
Mustafa Kemal Paşa bana şu cevabı verdi: “Din adamlarına ne gerek var, dinlerin tarihi malumdur. (Kur’an’ı) Doğrudan doğruya tercüme edivermeli!”
Bu fikrine şöyle karşılık verdim: “Sömürgeleri Müslümanlarla dolu olan büyük milletler Kur’an’ı kendi siyasî çıkarlarına göre dillerine tercüme ettirmişlerdir. İslam dinine ve Arapçaya hakkıyla vâkıf kimselerin bulunmayacağı herhangi bir kurul, tercümeyi mesela Fransızcasından yapabilir. Fakat bence burada eğitim programımızı tespit için toplanmış bulunan bu yüksek kuruldan, vicdanî bir mesele olan din bahsinden değil, pozitif bilim cephesinden yararlanmak hayırlı olur. Kur’an’ın yapılmış tefsirleri var, gerekirse yenisini de yaparlar. Devlet otoritesini bu yolda yıpratmaktansa enerjimizi millî kalkınmaya akıtmak daha hayırlı olur.”
Mustafa Kemal Paşa bu beyanlarıma karşı hiddetle içindekini tamamen ortaya döktü ve şöyle dedi: “Evet Karabekir, Arap oğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’an’ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım! Ta ki, budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler!”
Orada bulunan Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ve Ruşen Eşref (Ünaydın) Beyler işin bir bilim kurulu önünde berbat bir şekle dönüştüğünü görerek, “Paşam, çay hazır, herkes bizi sofrada bekliyor.” diyerek müdahale edip bahsi kapatabildiler. Bizler de özel masadan kalkarak sofraya oturduk, yedik içtik.”
Tebbet Suresi’ne eleştiri!
“Arap oğlunun yavelerini tercüme ettireceğim” sözü ile Cemil Said’in bazılarınca “Türkçe Kur’an” diye anılmaya başlanan çevirisini yan yana koyunca nasıl bir yol açılmak istenildiği de netleşiyor. Mehmed Akif’e sipariş edilen (ama kendisi tarafından yaktırılan) meal ile Elmalılı Hamdi (Yazır) Efendi’ye yazdırılan tefsirin de bu ışık altında incelenmesi gerekir. Zira her ikisi de bu yeni protestan Kur’an ve din anlayışına direnmiş, buna Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla Rifat (Börekçi) de katılmış ve sonunda Kur’an’ın çevirisini resmileştirme ve Türkçe ibadette kullanma çabalarını akim bırakmışlardır.
1933 yılında Türkiye’ye gelen ABD’li General Sherill’in Atatürk’le görüştükten sonra yazdığı rapordan bir parçayı beraberce okuyalım (Rifat Bali çevirisiyle): “(Atatürk) Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor. Kur’an’dan alınan bir Arapça bölüm okudu. Bu duada (Tebbet Suresi) Hz. Muhammed amcası ile amca kızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gitmeleri için beddua eder. “Düşünen bir Türk’ün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?” dedi. Bu fikrini geliştirdikçe ben de gitgide Kur’an’ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kur’an’ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyorum.”
Karabekir Paşa ile General Sherill’in söyledikleri bir noktada çakışıyor. Atatürk gerçekte ne yapmak istemişti dinde? Reform mu? Yoksa başka bir şey mi ?
Sonuç olarak Atatürk’ün Kuranı tercüme ettirmesindeki gizemi çözen cümlesi ;
Evet Karabekir; Arapoğlunun yavelerini (saçmalıklarını) Türkoğullarına öğretmek için Kur’anı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakda devam etmesinler!…
PALAVRA ANLATIYORSUNUZ KARABEKİRİN HATIRATI ÇELİŞKİ İÇİNDEDİR TAHLİLDEN YOKSUNSUNUZ
Bunun nasıl büyük bir palavra olduğunu yine Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Mehmet Akif ve Elmalı ile yaptığı sözleşmelerden anlayabilirsiniz. Ancak Kuran-ı Kerim’de de yazdığı gibi, okumuyorsunuz, akletmiyorsunuz ve araştırmıyorsunuz.