Mehmet Akif neden Atatürkçü olmadı?
Mehmet Akif ERSOY’u tanıyor musunuz diye sorsak, herkes şaşkın şaşkın yüzümüze bakar elbette. Milli şair, vatan şairi, İstiklal Marşı şairini kim bilmez.
Ama aslında gerçek Mehmet Akif’i çoğu kimse bilmez. Bilmez çoğu kimse Mehmet Akif’in;
Niye 1926 – 1936 arası 11 yıl Mısır’a gönüllü sürgün olarak gittiğini.
Niye onca yıllık memuriyet ve milletvekilliğine rağmen kendisine emekli maaşı bağlanmadığı için, hayatının son yıllarını yokluk içinde geçirdiğini ve Mısır Prenslerinden Abbas Hilmi Paşanın maddi manevi himayesi ile hayata tutunabildiğini.
Niye kanser hastası olarak son nefeslerini vermek için İstanbul’a döndüğünde İstihbaratçıların kendisini kuduz köpek gibi takip ettiklerini.
Niye cenazesine devletin vebalı muamelesi yaptığını.
Ömrü yatırlar ve türbelerde halkın işlediği şirkle mücadele ile geçen İmam Birgivi’nin mezarının, günümüzde şirk merkezlerinden biri haline getirilmiş olması gibi;
Ömrü batı taklitçiliği, laiklik ve Kemalizmle aktif ve pasif mücadele ile geçmiş Mehmet Akif’in aziz hatırası da, günümüzde laiklik ve Kemalizme payanda kılınmaktadır maalesef.
Hemde sadece laik Kemalistlerce değil, ezik Muhafazakarların çoğunluğu ile bazı İslamcılarda son yıllarda bu koroya dozu her geçen gün artan bir aşk ve şevkle katılmış durumdalar maalesef.
Eğer ciddi bir hastalığınız varsa, yapmanız gereken acı gerçekle yüzleşip doğru teşhis ve tedavi sürecine girmenizdir ki, şifa imkanı bulabilesiniz.
Acı gerçekle yüzleşmek, hastalığınıza doğru teşhis ve tedavi süreci yerine kendinizi kandırıp hafif bir hastalık teşhisi koyar ve kocakarı ilaçları ile tedaviye çalışırsanız, hastalığınız şiddetlenip acılar içinde kıvranarak tez zamanda hayata veda edersiniz.
Mehmet Akif ve en büyük düşmanı olan Kemalizm hakkında, günü kurtarırken geleceğimizi karartan yalanlarla avunmak istemiyor, acıda olsa gerçekleri öğrenmek istiyor, Gerçek Mehmet Akif’i tanımak istiyorsanız, Kenan ALPAY’ın aşağıdaki yazısını sonuna kadar mutlaka okumalısınız.

MEHMET AKİF NEDEN ATATÜRKÇÜ OLMADI?
“Eski defterleri karıştırmayın” diyorlar hemen. “Tarih tarihte kalmıştır, kutuplaştırıcı mevzuları gündem etmeyelim” deyip devlet katında muteber “misyoner tarihçiler”in birlik ve beraberliğe hizmet ettiği düşünülen masallarıyla iktifa etmemizi dikte ediyorlar.
Oysa sınırlı ve sorumlu bir tarih bilinciyle terbiye edilmeye razı olursak refah ve huzur toplumu standardında yaşayabileceğimiz yönündeki nasihatlerin oluşturduğu tablo ortada.
Merhum Mehmet Akif’i eserleri ve mücadelesiyle birlikte anmak, Mehmet Akif’in yaslandığı temel referanslarla hedeflediği siyasal ve toplumsal düzeni analiz etmek icab ediyor.
Elbette Mehmet Akif’in hayatı, karakteri, eserleri ve ilişkileri üzerine geçmişten bugüne çok sayıda değerli eserler kaleme alındı, konuşmalar yapıldı. Ciddi bir külliyat oluşturuldu Akif üzerine.
Ancak hali hazırda Mehmet Akif’in temsil ettiği ruh ve mücadele üzerine resmi ideolojin koyu gölgesi çökmüş durumda. Neredeyse İstiklal Marşı ve Çanakkale Şehidlerine şiirinden ibaret, güreş ve yüzmedeki başarısına dair anlatılan birkaç darbı meselle sınırlı, tevazu ve sözüne sadakati temsil eden birkaç hatırayla kayıtlanan Mehmet Akif profili ne kadar sarsıcı olsa da eksik olmaktan öteye defolu ve çarpıktır.
TARİHİ YAZANLAR, YAPANLARA İHANET ETTİ
Mehmet Akif işgale karşı özgürlük mücadelesi veren bir toplumun şairidir öncelikle. Ancak müstesna bir şairdir çünkü tevazu ve cesaretle örülmüş karakteriyle mücadelenin bizzat içindedir. Düşmana karşı sadece coşkularıyla değil aklı, ahlakı ve çıkış yolu öneren duruşuyla da dikilmiştir.
Aynı süreçte toplum ve siyasetin içine düştüğü derin çelişki ve hastalıklara karşı da sert eleştiriler getirmektedir. Lakin protest ve anarşist bir tutumu değil ıslah ve inşa edici bir örnekliği temsil etmektedir.
Mehmet Akif’in içinde yer aldığı Milli Mücadele bir yönüyle İslami kimliğine ve ümmetle dayanışmayı merkeze alırken diğer yönüyle Batı’nın sömürgeci ve kapitalist saldırılarına başkaldırıyı temsil etmektedir.
Laik-seküler toplum, Tek Adam ve Tek Parti hedefiyle hareket eden “Ulusal Kurtuluş Savaşı” sonradan icad edilmiş despotik bir hikâyedir. Milli Mücadele’nin önderleri de tabanı da Batılılaşmak, Batıcılaşmak, kapitalist ve seküler bir toplum inşa etmek için savaşmadı elbette.
Ne Mehmet Akif’in şiir ve vaazlarında ne Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Paşa gibi komutanların tamimlerinde hatta ne de Mustafa Kemal’in beyan ve telgraflarında Milli Mücadele döneminde Batıcı seküler bir ulus devlet hedefine dair bir ima bulunur.
Dahası Türk, Kürt, Çerkes, Laz ve diğer İslami unsurların ortak ve eşit hakları üzerine yapılır bütün çağrı ve mücadeleler. Ancak bir süre sonra Mustafa Kemal, Tek Adam ve Ebedi Şef olma yolunda engel olarak gördüğü bütün öncü kadroları bire ikişer tasfiye etmeye koyulur.
Lozan Konferansı ve İzmir İktisat Kongresi esasen Milli Mücadele’nin esas ve hedeflerini tam tersine çeviren kırılma noktasıdır; emperyalizm ve kapitalizmle resmen uzlaşma beyanıdır.
Hiçbir itiraza tahammül edemeyen aksine bütün muhalefet niyetlerini Trabzon mebusu ve Tan Gazetesi’nin sahibi Ali Şükrü Bey’in suikastla ortadan kaldırılması örneğinde görüldüğü üzere silahla ortadan kaldıran otoriter ve totaliter bir yönetim vardır artık.
İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn Kanunu “alaturka giyotin” gibi Tek Adam rejiminin sembolü olarak ülkenin hemen her köşesine uzanmaktadır.Terakkiperver Cumhuriyet Fırka’nın kapatılmasıyla hızlanıp İzmir Suikastı teşebbüsü davası ve Dersim Harekatı’yla despotizmin zirvelerine tırmanmaktadır.
Hedef sadece Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Paşa gibi Milli Mücadelenin askeri kadrolarını tasfiye etmekten ibaret değildir artık. Aynı dönemde İslamcı Mehmet Akif ile liberal Halide Edip gibi isimler için de Kemalist Türkiye’de nefes almanın imkânı kalmamıştır.
Akif “gerici-yobaz” şeklinde yaftalanırken Halide Edip “Yahudi dönmesi ve mandacı” isnatlarıyla itibarsızlaştırılır.
ŞAİR VE EDİPTİ, MASKARA DEĞİL
Kemalist devrimlere koşulsuz itaat, Tek Adam’a sonsuz sadakat beklenen bu dönemde “kız gibi bir Meclis” inşa edilir ve Tek Parti’yle seçim tiyatrosu oynanır 27 yıl boyunca.
Halide Edip’in Ebedi Şef’e yönelik “biz millete hizmet etmeye geldik, bir kişiye hizmet etmeye gelmedik” mealindeki itirazı Milli Mücadele’de ortaya koyduğu bütün kazanımların silinmesiyle sonuçlandı.
Milli Mücadele’yi ateşleyen Sultanahmet Mitingi’nin büyük hatibi, Ateşten Gömlek ve Türk’ün Ateşle İmtihanı gibi eserlerin yazarı “onbaşı” Halide Hanım ve kocası Kızılay Başkanı Dr. Adnan Adıvar için artık Türkiye’de yazıp konuşmak, mücadele etmek imkânsız hale geldiği için yurtdışına çıkmaya mecbur kalmıştır.
Mehmet Akif için de “gönüllü sürgün” diye tabir edilen Mısır yılları tam da Halide Edip’in kaygısı ve korkusuyla benzeşmektedir. Mehmet Akif, Tek Adam rejiminde ne yapacaktı, Tek Parti despotizminde nasıl yapacaktı?
Şapka devrimi için İngiliz usulü melon veya silindir şapkayla caddelerde dolaşmak üzere gönüllü mü olacaktı mesela?
Harf inkılabı için, dilde sadeleşme çalışmaları için uydurma kelimelerle şiirler yazıp maskaralık mı edecekti?
Hanımını ve kızlarını alıp Atatürk Orman Çiftliği’ndeki balolarda modernlik adına dans mı edecekti?
İstanbul ve Ankara’da dikilen anıt heykeller önünde saygı duruşu yapıp kendini mi inkâr edecekti?
Güneş Dil Teorisi gibi saçmalıklar için alkış mı tutacaktı yoksa Türklerin kafatasının beyaz ve Batılı adamlarla aynı olduğu tezleriyle gurur mu duyacaktı Mehmet Akif?
İskilipli Atıf Hoca’yı, Şeyh Said’i, Seyyid Rıza’yı iyi ki sallandırdınız, kanla yapılan devrimler daha sağlam mı olur diyecekti? Mahmut Esad Bozkurt veya Dr. Reşit Galip gibi ırkçı aktörlerin peşine mi yedeklenecekti?
Mehmet Akif’in sadece bedenini değil temsil ettiği İslami fikirleri ve mücadeleyi de sürgün etmek için neler neler yaptılar!
Akif’e “çürük diş” muamelesi yapanlar, gerici-yobaz yaftası yapıştıranlar ancak tankla-dipçikle saygı ortamı oluşturabildiler.
Akif ne Çankaya sofrasında meze olacak şiirler söyledi ne de Dolmabahçe buluşmalarında yüksek makamlar ve büyük paralar getirecek sipariş edebiyat sohbetleri yaptı.
Evet, Akif sürgünde yaşadı, zorluklarla boğuştu, cenazesi caminin avlusuna terk edildi ama şeref ve haysiyetinden, sanat ve mücadelesinden çağlara hitap eden bir abide inşa ederek çekildi bu hayattan.
Atatürkçü olmak için en küçük bir teşebbüste bile bulunmadı ama İslam şairi ve bir neslin rehberi olmak için bir ömür boyu gece gündüz durup dinlenmeksizin gayret etti.
Akif’i ulusalcı-milliyetçi ideoloji ve siyasete yamamak büyük bir bühtandır.
Kaynak: Mehmet Akif neden Ata/Türkçü olmadı? – KENAN ALPAY – HAKSÖZ HABER SİTESİ. 29.12.2020