Şeyh Said İslam için ayaklandı. Kürtçülük iddiası Kemalistlerin iftirasıdır

Mutlak hakim olan ve hakimiyetinde eşi, benzeri ve ortağı olmayan Rabbü’l-âlemin Allah’ın hükmünü yeryüzüne hakim kılmak için elindeki bütün imkânları kullanarak tağuta, müs-tekbirlere ve müfsidlere karşı kıyam eden Şehid Şeyh Saîd Efendi, ne uyuyan fitneyi uyandırmak,[1] ne de kavmiyet da­vasına kalkışmak gibi bir hareketin içinde bulunmamış,[2] aksine yüryüzünden fitneyi kaldırmak için savaşmış[3] ve kavmiyet da­vasında bulunanlara karşı kıyam etmiştir.
Büyük İslâm kahramanı şehid Şeyh Said, hem büyük bir âlim ve fakın idi, hem de büyük bir veli ve mürşid… O, çok iyi biliyor ve inanıyordu ki, Allah Cette Cefa/u/ıu’nun indinde en üstün insanlar, gerçek bir iman sahibi olup salih amel işleyen ve muttaki olanlardı. Çünkü Rabb’imiz, İlah’ımız, Melik’imiz Allah Celle Celahhu şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden ya­rattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (Kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. Hiç şüphe yok ki, Allah bilendir, haber alandır. [4]
Bu ilâhî hakikat dururken, hiçbir mü’min kavmiyet/ırkçılık davasına kalkışmaz, Türk’ün Kürd’den, Kürd’ün Türk’ten ve Arab’ın Acem’den üstün olduğunu savunamaz. Diğer bir de­yişle, müslümanlar, İslâm devletinin bayrağı altında beraber iken, mü’minlerin kardeşlik bağlan sımsıkı olduğu halde, iman kardeşliğini bırakıp soy kardeşliğine sarılmaz ve bunun için isyan edemezler. Yahut müstekbir tağutlann zulmü ve ha­kimiyeti altında esaret durumunda olan mü’minîer, soy davasına kalkışamaz, bütün mü’minlerin kurtulması cihadını bırakıp sa­dece kendi kavmini veya kabilesini kavmiyetçilik adına kur­tarmaya kalkışamaz. Bu batıl bir davadır ve Kur’ân’da da, Sün-net’te de yasaklanmıştır. Çünkü Rabb’imiz Allah Celle Celaluhu şöyle buyurmuştur:
“Mü’minîer ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin ara­sını bulup düzeltin ve Allah ‘tan korkup sakının. Umulur ki, esir­genirsiniz.[5]
Ve yegâne önderimiz, liderimiz, rehberimiz ve biricik ör­neğimiz Rasulullah Salhitahu Aleyhi ve Setlem ise, şöyle bu­yurmaktadırlar:
“Her kim hak ve batıl olduğu bilinmeyen meçhul ve karanhk bir davanın körükörüne açılmış bayrağı altında, sırf kavmiyet için öfkelenerek, sırf kavmiyet için savaşıp öidürüîürsef o benim ümmetimden değildir. Herkim benim ümmetimden çıkıp da kötülüklere aldırmaz, ahid sahiplerinin ahdini ifa etmeyip nakşeder bir halde, iyisini kötüsünü ayumaksızın (hepsini sı­radan) vurarak ümmetime karşı hurûc ederse, artık o, benden değildir. [6]
“Sufsoyu için öfkelenir, yahut sırfsoy-sop davasına çağırır, yahut (hak davaya değil de) kuru kuru bir kavmiyet ve asabiyet davasına yardım eder ve bu yolda Öldürülürse, işte böylesinin ölümü tam bfr cahiliyet ölümüdür.[7]
Büyük âlim, mürşid ve mücahid Şehid Şeyh Said Rahmetullahî Aleyh bütün bu hakikatlan biliyor ve iman ediyordu ki, mü’minîer kardeştir, kavmiyetçilik yapmak İslâm’da yasaktır.
O büyük Şehid, daha önce de beyan ettiğimiz gibi Kur’ân ve Sünnet’i reddedip İslâm’ı tamamen devre dışı bırakarak lâik, de­mokratik ve gayri İslâmi bir devlet kurma peşinde olan ve kuru­luş aşamasını gerçekleştiren müstekbirlere karşı kıyam etmişti.
Bütün iman edenler kardeş iken, hep beraber bir îmam’ın et­rafında bir araya gelmeleri gerekir iken, bunu yapmayıp da “ulusalcılık/nıiUiyetçiîik/ırkçılık/kavmiyetçilik” adına Ümmet-i Muhammed’i parçalayanlara karşı kıyam etmek İslâm’ın vaz­geçilmiş vacibiyetidir. İşte delili: Önderimiz ve rehberimiz Ra­sulullah Solhitahu Aleyhi ue Sellem, şöyle emrediyor:
“Hiç şüphesiz birşeyler olacaktır. İmdi her kim bu ümmet derü toplu iken onun işini dağıtmak isterse, kim olursa olsun hemen kılıçla onu(n boynunu) vurun. [8]
“İşiniz bir adam üzerinde toplu iken, kim sizin sopanızı yar­mak veya cemaatınızı dağıtmak İsterse, onu hemen öldürün. [9]
Yeni kurulan lâik, demokratik ve gayri İslâmî Türkiye Cum­huriyeti Devleti’ni kuran zihniyetin önderi M. Kemal’in fikirle­rinden bazılarını aktarmış idik. Burada bir-iki görüşüne daha işaret etmek yerinde olur. Kendi el yazısıyla yazılmış olan bu görüşleri arşivlerde saklanmakta ve 1933 yılında okullarda oku­tulmak üzere hazırlanan “Tarih II. Orta Zamanlar” adlı kitapta da yer almaktadır.
Bu kitap ve benzeri kitaplar, yıllarca T.C. Millî Eğitiminin bünyesindeki okullarda okutuldu, tasdik edildi ve kabul et­tirilmeye çalışıldı. İşte lâik-demokratik ve gayri İslâmî Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu M. Kemal’in “Allah” hak­kındaki görüşü ve inancı:
“Masum ve cahil insanları yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allah’ları, muayyen gruplara toplamak ve en nihayet bir Allah kabul etmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir.”
Bizzat Atatürk’ün kaleminden çıkmış olan bu satırlar, ke­limesi kelimesine, noktası ve virgülüne kadar “Tarih I.” kitabı­nın 1931 baskısının 122 ve 123. sayfasında yer almaktadır.[10]
M. Kemal’in Rasulullah Salhilahu Aleyhi ue Seiiem hakkındaki görüşü ve inanışı da kendi el yazısıyla şöyledir:
“Muhammed’in Peygamberliği: Muhammed’in Peygamberlik vazifesinin nasıl başladığını izah etmek en nazik ve en müşkil meseledir. Muhammed’in bir melek ile ve Allah ile hakikaten konuşmuş olduğu kanaatinde bulunanlar olduğu gibi, Mu­hammed’in isteyerek böyle söylediğini de ileri sürenler ol­muştur. Bu faraziyeleri bir tarafa bırakmak ve meseleyi ilim ve mantık çerçevesi içinde mütalâa etmek daha doğru olur. Kur’ân’da öğrendiğimize göre, Muhammed hiç değişmeden ya­şamış bir insan değildi. O da hayat ve hadiselerin zaruri icapları karşısında adetâ her gün değişmişti. Muhammed, iptida “Allah’ın Resulüyüm” diyerek ortaya çıkmamıştır, bunu dü­şünmemiştir. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fi­kirlerini neşreyledikten sonra kendisinde hasıl olmuştur. [11]
Allah Teâlâ’dan Rasulullah Salhlhhu Aleyhi ve Sellem’e inzal olan ilâhî vahiy hakkındaki düşünce ve inancını lâik-demokratik ve gayri İslâmî T.C. Devletinin kurucusu M. Kemal, kâtibine şöyle yazdırmıştı:
“Muhammed’in Peygamberliğinin başlangıcına dair birçok eski rivayetler vardır. Bunlar artık efsanelere karışmıştır. Ha­kikatte Peygamberin ilk söylediği Kur’ân ayetinin ne olduğu malum ve belki de mazbut değildk. Kur’ân sûreleri açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde birden bire bir ta­raftan inmiş değillerdir. Muhammed’in beyan ettiği sureler uzun bir devirde dinî tefekkürlerinin mahsulü olmuştur. Muhammed bu surelere birçok çalıştıktan ve tetkikler yaptıktan sonra edebi bir şekil vermiştir. Mamafilı kendisini tahrik eden batınî âmilin yukarıda söylediğimiz gibi tabiatın üstünde bir vücut olduğuna kani idi. Muhammedi harekete geçiren bir âmil samimi he­yecanlar olmuştur. Muhammed daha sonra irticalen dini hi­tabede bulunan bir vaiz oldu. Vaizlikten nebİHğe, nebilikten de nihayet Allah ‘m Rasulü haline geçti. [12]
Bu görüşlerin satırı satırına “Tarih II. Orta Zamanlar” adlı kitapta yer aldığını görüyoruz. Bu kitaplar, yıllarca okullarda öğrencilere okutuldu!
Bütün bu inkârları ve gayri İslâmî bir temel üzerinde yük­selen lâik-demokratik T.C. Devleti’nin gelecekte sergileyeceği islâm düşmanlığı tutumunu mü’minin firasetiyle sezen Şehid Şeyh Said Rahmetullahi Aleyh, fisebilillah eihad ve kıyam bay­mağını açmış, “i’lây-ı Kelimetullah” için Tevhid sancağını yük­seltmiştir. Bu iman firaseti, O’nun vermiş olduğu fetvada apaçık görülmüştür: .
“Yeni kurulan Türk Cumhuriyeti hükümetinin kurucusu ve arkadaşları, Din-i Mübin-i Ahmedi’nin temellerini yıkmaya ça­lışmakta, Kur’ân ahkâmına aykırı hareket ederek, Allah ve Pey­gamberi inkâr etmekte…”
O zaman M. Kemal ve avânesi daha gerçek düşüncelerini ve inançlarını ortaya koymamıştı ve müslümanlık perdesi altında kurmak istedikleri gayri İslâmî düzenlerinin temellerini sağlam laştırmaya çalışıyorlardı. îslâm’ı kökten reddettikleri halde, 1924 anayasasında “devletin dini, Din-i İslâm’dır” ibaresi yer alıyordu. Daha inkılaplar tam manasıyla başlamamış, maskeler henüz tam anlamıyla düşmemişti.
Fakat büyük İslâm kahramanı Şehid Şeyh Said, maskelerin gerisindeki gayri İslâmî çehreleri sezmiş ve bir mü’minden bek­lenilen tavrını ortaya koymuştu:
“î’lây-ı Kelimetullah için cihad farzdır. Fisebilillah cihadda ya şehadet, ya zafer! Allahu Ekber!”
Gerçek imandan kaynaklanan bu İslâmî kıyamı anlamayan veya anlamak istemeyen cahiller, bazen cehaletten, bazen gaf­letten., bazen de ihanetten Şehid Şeyh Said’in kıyamının ma­hiyetini çarpıtıyorlar. Kıyam’ın faillerini “müslümanlan bir­birine kırdıran bir fitne”, “şarkta bir Kürdistan Devleti kurmak” veya “İngiliz-ierle anlaştığı için onlar adına isyan edip İngiliz uşaklığı yapmak” amacıyla olduğu gibi yalan ve iftira olan suç­lamalarla suçluyor, güneşi üfürmükle söndürmek veyahut bal­çıkla sıvamak istiyorlar.
Balan gayri İslâmî Türkiye Cumhuriyeti’nin o günkü baş­bakanı İsmet İnönü’nün itirafına. Onbinlerce müslümanın öl­dürülmesi, yüzlerce köyün yakılması, omuz üzerinde baş ve taş üstünde taş bırakılmaması emrini veren hükümetin başbakanı olan İnönü şöyle diyor:
Şeyh Said isyanını doğrudan doğruya İngilizlerin ha­zırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bu­lunamamıştır..[13]
Bütün bu delillerden sonra artık şunu ap-açık beyan ede­biliriz: Şehid Şeyh Said Rahmetulhhı Aleyh, İslâm’ı reddeden ve memlekete, devlete gayri îslâmî hükümleri hakim kılmak iste­yen müstekbirlere karşı, Allah Celle Cehluhu yolunda, Allah Celle Celahhu’nun adıyla ve Allah Celle Cehluhu adına kıyam etmiştir. Kıyamı Allah Celle Ceialuhu için, Kur’ân için, Sünnet içindi…
Bu kanaatimizi daha da kuvvetlendirmek için o günün en-gizisyom mahkemesi olan Şark İstiklal Mahkenıesi’nde yapılan sorgulamalardan pasajlar nakledelim: İslâm kahramanı Şehid Şeyh Said’e soruluyor, O da, îslâmî şahsiyetinden ve tavrından hiçbir taviz vermeden, vakarla cevaplandırıyor:
“Kıyamınızın esbabı nedir? Onu söyleyiniz.
Şeriat meselesi. Bir de Sebilurreşad’ın yazdıkları hid­detimizi arttmyordu. Ben bu fikri, yazı ile halletmek için gidip münakaşayı ilmiye yapayım dedim ve bâzı rüfeka bulmak is­tiyordum. Fakat kader-i ilâhî beni Piran ‘a sürükledi.
İsyan hareketini nasıl düşündünüz? Nasıl buldunuz, sizi teşvik edenler var mı?
Hâşâ, ilham… İlham vaki olmadı. Kitaplarda gördük. İmam ne vakit Sedat’ın ahkâmını icra etmezse, üzerine kıyam vacibdir. Hükümete Şeriat meselesini anlatmak istedik. Hiç ol­mazsa bt kısmının icrasını talep edecektik. Allah’ın kaderi beni bu işe düşürdü. İçine bir düştüm, bir daha çıkamadım.
Bu kıyamın hiç şartı yok mu ? Bunun şartları nedfr?
Şartlarım bilmiyorum. Şer’an vacibdiibiliyorum.[14]
Şehid Şeyh Said’in Piran’da verdiği va’zı ve engizisyon man­tığıyla çalışan Şark İstiklal Mahkemesi’ndeki ifadesi yeterli gelir, O’nun niyet, hareket ve hedefini anlamak için.
“Köyde hükümetin îslâm dinine aykırı bazı hareketlerini ele alarak vaaz verdim ve dedim ki: “Medreseler kapatıldı, din ve vakıflar bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Milli Eğitime bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazar­lar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cür’et ediyorlar. Ben, bugün elimden gelse, bizzat dö­vüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret eder­dim.” İsyan hakkında hiçbir taraftan telkin gelmedi, isyanı kendi düşüncem, kanaatim ve mefkuremde tasavvur ve tasmim etmiştim. Çalışmalarımı da tek başıma yaptım. Zaten Piran’da verdiğim bu vaaz üzerine de mefkuremi icraya karar verdim. [15]
İslâm’ın gereği olan mü’min tavrını, Allah Teâlâ’nin düş­manları olan tağut müstekbirlere karşı ortaya koyan Şehid Şeyh Said ve yandaşları olan şehidlerin şehadetinden sonra, lâik-demokratik ve gayri İslâmî T.C. Devleti’nin tavrım bir rö­portajdan okuyalım:
“Kıyamdan dolayı devlet tarafından katliamlar yapıldı mı?
Evet, belirli yörelerde kadm-çocuk demeden masum in­sanların evlere doldurulup yaktırılması ve yüzlerce insanın iple bağlanıp süngülenmesi olayı yaşanmıştır. Örneğin Genç’te Zıktî Aşiretinin bulunduğu mıntıkada yirmi köy yakılmış ve bazı ev­lere insanları doldurup ateşlere vermişler. Şimdilik o köylere gittiğimizde yaşlılar ve köylüler hâlâ eseri kalmış zulümleri teker teker gösteriyorlar: Daha ötede Mıstan’da, Seyfan’da, Gırnos’ta, köyleri, bazen de insanlar ateşe verilmiştir. Bunun da canlı belgeleri hâlâ mevcuttur. Ama ne var ki, o yaşlılarımız o dehşeti gördüklerinden dolayı halen güvenmedikleri kişilere söylemiyorlar, göstermiyorlar. Diğer mıntıkalarda ise, Varto’da, Kortizi’de birkaç ev yakıldı. Göynük’te ise Sağnis ve Tokliyan -Bahçe- Çınk köylerinin evlerinin bazısı yandı malları yağ­malandı. Çapakçur’da Çan köyünün hepsi yakıldı. Fehran’da, Nexşan’da Verar (Yamaç) mıntıkasından Musyan ve Çölek de yanan köylerdendir. Hatta Çölek’te insanlar bile yakıldı.[16]
Ve daha nice katliamlar ve toplu mezarlar…
Allah Celle Celaluhu’nun dinini hakim kılmak ve Allah Celle Ce-laluhu’nun hükümleriyle hükmetmeyenleri hakim mevkiinden alaşağı edip, Allah Teâlâ’nm hükmüyle hükmetmek için kıyam yaptı Şehid Şeyh Said Efendi. O, vazifesini yaptı. Korkmadan, çekinmeden Allah Celle Celaluhu’nun emri ve Rasulullah SaUallohu Aleyhi ve Seilem’in Sünnet’i üzere hareket edip Ölümsüzlere karıştı.
Şehid Şeyh Said, hangi sebeplerden dolayı İslâm’ın gereği olan kıyamı gerçekleştirmiş ise, o şartların ve o sebeplerin daha korkuncu bugün gündemdedir. Müstekbir tağutlar hâlâ hakim, hâlâ Kur’ân’ın hükümleri reddediliyor ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi ue Sellem’in Sürmet-i Seniyye’si ayaklar altında çiğnenilmeye devam ediliyor… Ve bu mukaddes dava, Şehid Şeyh Said’in vârislerini bekliyor!…

[1] Zira bu insan, hususiyetle Şark Anadolusu’nda tesiri pek büyük olan Nakşilik tarikatının şeyhlerinden bilinmektedir ve aynı zamanda dini “otorite” ile kanşık ağalık ve reislik makamının alemi olan “şeyh” sıfatı içinde, derginliğine bir mürşid olmaktan ziyade sığlığına bir giidiicü rolündedir.
Hemen belirtelim ki, Şeyh Said’in şeyhliği eğer öbür türlü olsaydı, kendisini takip eden din yıkıcılıkları ve onbinierce müslümanın kanma mal olan ayaklanma meydana gelmezdi. Mukaddes Sünnete dış çizgileriyle o kadar bağlı olan Şeyh Said, onun içine ait manalardan birine, gerektiği şartlar bakımından erebilmiş değildi.”
“… Uyuyan fitneyi uyandırmayınız!”.
Şeyh Said, her hamle ve hareketle iyi veya kötü ihtimal kutuplan arasında tam ve güçlü bir murakabe ve muhasebeyi emredici ve davaları kavramaktan aciz çok defa cahil, yarım yamalak davranışlardan sakınılması şart koşucu hadisin sırrına uzaktı. Yoksa, mahut ayaklanmaya itilmiş olsa bile bu itilişe uymayı pekala becerebilirdi.” (Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, 7. baskı, BD yayınlan, İst. T.Y. sh. 39-40
[2] Şeyh Said Efcndi’nin kıyamını, İslâmî bir kıyamın dışında sadece kürtçülük ve Kürt kavminin kurtuluşu için yapılmış bir başkaldırı olarak göstermek isteyenlerin iarihî iftiralarından birini buraya kaydedelim. Delilsiz, isbatsiz ve hayal mahsulü:
Buradan İyi anlaşılıyor ki, kurtarılmış bölgenin halkı, Şeyh Said’e çok bağlıydı. Ve ona büyük destek veriyordu. O, Ankara’nın kafir idarecilerinden dinin serbest bı­rakılmasını isteyerek, bununla geniş kitlelerden başkenti Diyarbakır olacak bağımsız bir Kürdistan kurma amacını gizliyordu. Şeyh Said’in siyasetinde en temel eksiklik bu­radaydı. Çünkü Kürt ileri gelenlerinden pek çoğu, Şeyh Said’in din davasına ciddi önem vermediler ve din için savaşlara girmek istemediler.” (Prof. Dr. M. Arseviç Haretyan, İ925 Kürt Ayaklanması, İst., 1991, sh. 15-16).
[3] “(Yeryüzünde) fitne katmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar on­larla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur” (Bakara 2/193).
“Fitne, semantik anlamı çok geniş ve derin bir kavramdır. Burada şirke dayalı bütün ideolojiler başta olmak üzere her türlü bozulma, karışıklık ve sapma bütün kurum ve be­lirtileriyle söz konusu edilmektedir” {Ali Bulaç, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçe anlamı, Gi­rişim Yayınları, İst., 1990, sh. 30).
[4] Hucurat49/13.
[5] Hucurat49/10.
[6] Sahİh-i Müslim, Kitabu’l İmare, Bab: 13, Hds. no: 54.
[7] Sahih-i Müslim, Kitabi-İmare, Bab: !3, Hds. No: 53-57.
[8] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-îmare, Bab: 14, Hds. No: 59.
[9] Sahih-İ Müslim, Kitabu’l-îmare, Bab: 14, Hds. No:60.
[10] Yakın Tarih Ansiklopedisi, Yeni Nesil Yayınları, İst. 1989, c.6 Sh. 89-92.
[11] Yakın Tarih Ansiklopedisi, c.6,sh. 96.
[12] Yakın Tarih Ansiklopedisi, c.6, sh. 100-101.
[13] İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987, c.2, sh. 202.
[14] Şeyh Said İsyanı, Ahmet Süreyya, Dünya Gazetesi, Tef. No: 58 vd’dan naklen İlhamı Araş, Adım Şeyh Said, İst. 1994, sh. 115-117.
[15] Behçet Cemaİ, Şeyh Said İsyanı, Sel yayınlan, İst. 1955, sh.24.
[16] Dava Dergisi, Temmuz 1992, sayı: 28, sh. 21.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir